14.4.12
Güneş Bize Haram
"Bazen düşünüyorum da,"diye iç çekti, "Nice diye bir şehir var ve orada bir sürü çiçek ve bol güneş var."
"Nereden gördün?" diye sordu Julien.
"Bu gazetede.. Nice'teki bir şenlikten bahsediyorlar..."
"Sürekli güneş mi varmış?"
"Kışın bile."
"Ben biliyorum," dedim. "O taraflardanım... Güneş ve çiçekler var..."
"Çiçekleri satıyorum ben," dedi Gina.
"Küf kokuyorlar," diye sırıttı kardeşi.
"Belki de güneşte yetişmiyorlar diyedir."
Fredo tükürdü: "Ne bu böyle be! Güneşinizle kafa ütülüyorsunuz. Burada yok mu? Al, nah işte."
Bercy doklarını mahcup mahcup yalayan sarımsı bir ışığı gösterdi. Kafamı salladım.
"Sen buna güneş mi diyorsun?"
"Yok, ay mı?"
"Her halükarda ay kadar soğuk. Soruyorum kendime, okulda öğrendiğimiz doğru mu diye, tek bir güneş mi varmış? Birkaç tane varsa, şaşmam buna..."
"Buradakinin daha ziyade çirkin olduğu da bir gerçek." diye kabul etti Gina.
"Burası bir berduş mahallesi," dedi Manuel.
"Bize bir tek artıkları bırakıyorlar. Bu güneş daha önce bir yerde aşınmış. Kullanılmış."
"Belki de şık mahallelerde kullanılmıştır," diye salladı Julien, mutsuz gözleri ateşle parıldayarak.
"O taraflarda, senin dediğin şehirdeki gibi. Nice'teki gibi bir güneşleri olmalı."
"Champs-Elysees'de öyledir."
Champs-Elysees'den, sanki uzak bir diyarmış gibi söz ediyorlardı.
Gina kıkırdadı.
"Champs-Elysees'de mi? Güldürürsünüz beni. Onlarınki bizimkinden iyi değil."
"Nereden biliyorsun?"
"Gittim," diye cevap verdi gururla.
"Hatırlıyor musun Fredo ? Hani moruklarla beraber, babam sağken..."
"Hatırlıyorum,"dedi Fredo.
"Buradakinden de beter bir hava vardı... Ben küçüktüm, ama hatırlıyorum... Ayrıca, bir sürü de evsiz vardı.. Koltuk değnekliler, küçük arabalarda cesetler... Bir daha dönmedim oraya...İnsanın içine kasvet bastırıyordu... Bizim morukların aklına hep böyle berbat fikirler gelirdi."
"11 Kasım'dı*," diye belirtti Gina, "ama mevsimin bir önemi yok.. İtaloş'a döndüğümüz zaman, metrodan çıkarken gözlerimiz adeta kamaştı... Sefil güneşimiz meydanı aydınlatıyordu...Sefildi, ama yine de güneşti."
Bir süre sessiz kaldık, sonra: "Benim orada," dedim, "güneş o kadar kuvvetli ki gözünü kısmak zorunda kalıyorsun..."
"Belki de gözler için iyi değildir," diye dalga geçti Fredo.
"Her halükarda, beni güneşin kör etmeyeceği kesin."
"Andre'nin hakkı var," dedi Julien.
"Birkaç tane güneş var... İspatı da.. Hah, Austerlitz Köprüsü'ne uzak değiliz, değil mi ? Austerliz Güneşi'nden bahsedildiğini de mi duymadınız ? Tamam işte! Herkesin Austerlitz Güneşi** diye adlandırdığı o meşhur güneş ne?"
"Şu anda tepemizde duran olmalı,"diye cevap verdi Manuel.
"Tam olarak."
"Şikayet etmemek lazım,"dedi Fredo. "Öyle insanlar var ki, sefil
olsun veya olmasın, hiç güneş görmüyorlar..."
"Kim onlar?"
"Madenlerde çalışanlar... Sabahtan kuyuya dalıyorlar ve ancak akşama içinden çıkıyorlar.. Güneşi hiç görmüyorlar..."
Omuzlarını silkti.
"İnsanın bu meslekle uğraşması için biraz saftirik olması lazım."
x x x x x
Sigaramdan son bir fırt çektim ve izmaritini suya gönderdim.
Cızırdayarak battı.
"Biz de öyleyiz,"dedim. "Biz de bir deliğin içindeyiz... Güneşsiziz."
"Benim, olacak,"diye haykırdı Julien aniden. "Bu benim de hakkım... Herkes gibi."
"Herkesin buna hakkı var, evet... Yalnız, iyi paylaştırılmamış... Şurada gördüğün güneş, güneş değil."
"Gerçek güneş hakkımı isteyeceğim... Şeye gideceğim... Nasıl diyordun o şehirin adını ?.. Nice'e... Gerekirse..."
"Tüh sana," diye ciyakladı Fredo, " niye marsıklardan seni Cezayir'e götürmelerini istemiyorsun ?.. Orada da güneşleri var, hem de esaslı bir tane. Adı da Muhammed.
Julien'in suratı acıyla kasıldı.
"Güneşin iyisinden mi? Onların orada mı?"
"Harika bir güneş."
"Öyleyse buraya niçin geliyorlar ? Ben, güneşin altından doğmuş olsaydım..."
Fredo kötü kötü gülümsedi.
"Bilmiyorum... Herhalde güneşten gına getirmişlerdir... Ay, onlara bir değişiklik oluyor."
"Nedir seni seyahat etmeye iten, bilebilir miyiz?" dedim. " Ben de güneş tarafındanım, ama bak şimdi buradayım. Petite-Roquette'in müdür bile şaştı buna."
"Nice'te Arap var mı?" diye sordu Julien.
"İtalyanlar var, millete alçıdan heykelcikler satan çubuk gibi kuru delikanlılar. Habire şarkı söyleyen güzel esmer kızlar var; gülerler, gözleri güneşten kırışmıştır. Çiçekler ve gökyüzüyle iç içe geçen deniz var..."
"Nice'e gideceğim..."
"Uzak," diye mırıldandım düşünceli bir şekilde, gözlerimi P.-L.-M.'nin*** saatinin yuvarlak gözüne dikmiştim.
"Başımın çaresine bakarım..."
"En azından sıkı bir iş çevirmem lazım," diye sırttı Fredo.
"Neden olmasın?"
Fredo sırıtmasını artırmakla yetindi. Omuzlarımı silktim.
"Söylenecek laf yok gibi geliyor bana. Şansımız yok ve her istasyonda çorbaya geç kalıyoruz. Sakatız biz. Bir topal, hiçbir zaman bir koşuyu kazanamaz. Bir cesedi en harlı ateşin yanına koy, yine ısınmaz. Biz de aynen böyleyiz. Buradaki güneşin rengini biraz şüpheli buluyoruz. Bu bizim görüşümüz. Nice'teki güneş de bu kadar solgun olacaktır ve yüreğimize bununkinden fazla bir neşe vermeyecektir. Bu böyle."
***Paris-Lyon-Marsilya tren hattı.
**Napoleon.
*Birinci Dünya Savaşı'nın bittiği gün.
Leo Malet / Güneş Bize Haram / SF. 206-209 / VIII SİSLER
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder