21.11.12

Münacaat


"Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
'bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım' Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi."

"silah sesleri geliyorlar içimden hiç yokken
şüphe ediyorum ellerimden"

18.9.12

La Scaphandre Et Le Papillon






Yapım Yılı: 2007

Ülke: Fransa

Tür: Dram


IMDB Puan: 8.1

Yönetmen: Julian Schnabel


Senaryo: Ronal Harwood



*     *    *    *


Filmden bir replik: "Bugün artık tüm varlığımın küçük ıskalamalardan oluştuğunu hissediyorum."

5.8.12

Propaganda


"...

silâhlar gördüm 

namlusu akla çevrilmiş sahra topları 

mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda 

tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi: 

çare yok, radyoları kapatsam 

çare yok, secde etsem anılarıma 

bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında 

olacak şeymi duymak portakal bahçelerini 

mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık 

hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi: 

sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır 

bir çocuk, işte ırmak! diyerek haykırınca 

o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu 

belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca: 

gördüm 

gözlerinde zındanlarla bana baktıklarını 

düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına 

düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar 

nedir bu kölelerin olanca silâhları 

silahların köleleri olmaktan başka.

... "


İsmet Özel

Parov Stelar - Milla's Dream



Birsen Tezer - Sus Pus



29.6.12

Le Havre




Ülke: Fransa

Yıl: 2011

Tür: Dram, Kara Mizah

Senarist - Yönetmen: Aki Kaurismaki

İMDB Puan: 7.3





Filmden Kareler:











Bedshaped








19.6.12

Bir Sevda






"Biraz susuz, biraz yorgun
tende sıkkın, düşten sıkkın
kuş misali boşlukta, bilinmez."






14.6.12

Celladıma Gülümserken


"...
ne yapsam

döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı."

İsmet Özel

10.6.12

Tanrı'nın içinde yok olmak









Farklı özüne itina gösteren ruh, kaçındığı şeyler tarafından her adımda tehdit edilir. Dikkati - en büyük ayrıcalığı - onu sık sık terk ettiği için kaçmak istediği eğilimlere boyun eğer ya da murdar sırlara yem olur... Bizi hayvanlara ve nihai meselelere yakınlaştıran bu korkuları, bu titremeleri, bu baş dönemlerini kim yaşamamıştır ki ? Dizlerimiz bükülmeden titrer, ellerimiz kavuşmadan birbirini arar, gözlerimiz hiçbir şey görmeden yukarı bakar... Cesaretimizi pekiştiren o dikey kibri, bizi gösteri yapmaktan muaf tutan o duyguyu, o hareketlerden dehşet duyma duygusunu muhafaza ederiz; gülünçlük derecesinde ifadeye gelmez olan bakışları örtmek için, göz kapaklarımızın yardımına da... Kayıp gitmemiz yakındır, ama kaçınılmaz değildir; ilginç bir kazadır, ama hiç yeni değildir; korkularımızın ufkunda  şimdiden bir tebessüm doğmaktadır... Duanın kucağına hiç düşmeyeceğizdir... Zira sonunda O kazanmamalıdır; büyük harfle yazılan ismini lekelemek, istihzamıza düşer; saçtığı titremeleri dağıtmak da yüreğimize... 
Böyle bir varlık gerçekten olsaydı; zayıflıklarımız kararlarımıza, derinliklerimiz sınamalarımıza üstün gelseydi, o zaman hala düşünmeyi sürdürmek beyhude olmaz mıydı ? Madem ki zorluklarımız halolmuş, sorularımız askıya alınmış ve büyük korkularımız yatıştırılmış... Fazla kolay olurdu bu. Her mutlak - şahsi veya soyut - sorunları es geçmenin bir tarzıdır; sadece sorunları değil, duyuların paniğinden başka bir şey olmayan köklerini de...
Tanrı: Ürküntümüzün üzerine dosdoğru düşüş; hiçbir ümide kanmayan arayışlarımızın ortasına yıldırım gibi inen selamet; tesellisiz kalmış ve zaten teselli edilmek de istemeyen kibirimizin dolambaçsız bir biçimde geçersizleşmesi; bireyin kızağa çekilme yolunda ilerlemesi; endişe noksanlığı yüzünden ruhun işsiz kalması... 
İmandan daha büyük bir feragat var mıdır ? İman olmadığında sonsuz sayıda çıkmaza girildiği doğrudur. Ama hiçbir şeyin sonunun hiçbir şeye çıkmadığını; evrenin, hüznümüzün bir yan-ürünü olduğunu bile bile, bu ayak sürüme ve kafamızı yere göğe vura vura ezme zevkinden kendimizi niye mahrum edelim ?
Atadan kalma ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entelektüel edebinden yan çizmenin en beter yollarıdır. Yanılmak, kandırılmış olarak yaşamak ve ölmek; insanların yaptığı budur. Ama bizi Tanrı'nın içinde yok olmaktan koruyan ve bütün anlarımızı, hiç etmeyeceğimiz dualara dönüştüren bir haysiyet de vardır.


Emil Cioran - Çürümenin Kitabı

Ay Gız






Müzik: Cihangir Cihangirov
Düzenleme: Ahmet Kanneci - Ekrem Öztan

Ahmet Kanneci: Klasik Gitar
Ekrem Öztan: Klarnet

26.5.12

Mutsuzluğun Bilinci




"Her şey, unsurlar ve filler, seni yaralamada elbirliği ederler. Burun kıvırmanın zırhına mı bürünmelisin? Kendini bir tiksinti kalesinde mi tecrit etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin? Zamanın yankıları seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir...
Kanamanın önüne hiçbir şey geçemediğinde, fikirler bile kırmızıya boyanır ya da tümörler gibi birbirinin üzerine tırmanır. Eczanelerde varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur - yalnızca palavracılar için küçük ilaçlar...
Peki berrak, alabildiğine eklemlenmiş, vakur ve kendinden emin ümitsizliğin panzehiri nedir? Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir ? Mutsuzluk bilinci, bir can çekişme aritmediğinde ya da devasızlık sicilinde boy göstermeyecek kadar vahim bir hastalıktır. Cehennemin itibarını düşürür ve zamanın mezbahalarını kır şiirlerine çevirir. Hangi günahı işledin de doğdun ? Hangi suçu işledin de varsın ? Acın da kaderin gibi sebepsiz.. Hakikaten acı çekmek, nedenselliği bahane göstermeden dertlerin istilasını kabul etmektir; çılgın tabiatın bir lütfu gibi, negatif bir mucize gibi...
Zaman'ın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense, onu durdurmak için, nokta olarak hareketsizleştin."

Emil Cioran - Çürümenin Kitabı



27.4.12

Mientras Duermes







Ülke: İspanya
Yıl: 2011
Tür: Gerilim, Dram
Yönetmen: Jaume Balaguero
Senaryo: Alberto Marini





Filmden Kareler:

















14.4.12

Güneş Bize Haram





























"Bazen düşünüyorum da,"diye iç çekti, "Nice diye bir şehir var ve
 orada bir sürü çiçek ve bol güneş var."



"Nereden gördün?" diye sordu Julien.

"Bu gazetede.. Nice'teki bir şenlikten bahsediyorlar..."

"Sürekli güneş mi varmış?"

"Kışın bile."

"Ben biliyorum," dedim. "O taraflardanım... Güneş ve çiçekler var..."

"Çiçekleri satıyorum ben," dedi Gina.

"Küf kokuyorlar," diye sırıttı kardeşi.

"Belki de güneşte yetişmiyorlar diyedir."

Fredo tükürdü: "Ne bu böyle be! Güneşinizle kafa ütülüyorsunuz. Burada yok mu? Al, nah işte."


Bercy doklarını mahcup mahcup yalayan sarımsı bir ışığı gösterdi. Kafamı salladım.

"Sen buna güneş mi diyorsun?"

"Yok, ay mı?"

"Her halükarda ay kadar soğuk. Soruyorum kendime, okulda öğrendiğimiz doğru mu diye, tek bir güneş mi varmış? Birkaç tane varsa, şaşmam buna..."

"Buradakinin daha ziyade çirkin olduğu da bir gerçek." diye kabul etti Gina.

"Burası bir berduş mahallesi," dedi Manuel.

"Bize bir tek artıkları bırakıyorlar. Bu güneş daha önce bir yerde aşınmış. Kullanılmış."

"Belki de şık mahallelerde kullanılmıştır," diye salladı Julien, mutsuz gözleri ateşle parıldayarak.

"O taraflarda, senin dediğin şehirdeki gibi. Nice'teki gibi bir güneşleri olmalı."

"Champs-Elysees'de öyledir."

Champs-Elysees'den, sanki uzak bir diyarmış gibi söz ediyorlardı. 


Gina kıkırdadı.

"Champs-Elysees'de mi?  Güldürürsünüz beni. Onlarınki bizimkinden iyi değil."

"Nereden biliyorsun?"

"Gittim," diye cevap verdi gururla. 


"Hatırlıyor musun Fredo ? Hani moruklarla beraber, babam sağken..."


"Hatırlıyorum,"dedi Fredo. 


"Buradakinden de beter bir hava vardı... Ben küçüktüm, ama hatırlıyorum... Ayrıca, bir sürü de evsiz vardı.. Koltuk değnekliler, küçük arabalarda cesetler... Bir daha dönmedim oraya...İnsanın içine kasvet bastırıyordu... Bizim morukların aklına hep böyle berbat fikirler gelirdi."

"11 Kasım'dı*," diye belirtti Gina, "ama mevsimin bir önemi yok.. İtaloş'a döndüğümüz zaman, metrodan çıkarken gözlerimiz adeta kamaştı... Sefil güneşimiz meydanı aydınlatıyordu...Sefildi, ama yine de güneşti."

Bir süre sessiz kaldık, sonra: "Benim orada," dedim, "güneş o kadar kuvvetli ki gözünü kısmak zorunda kalıyorsun..."

"Belki de gözler için iyi değildir," diye dalga geçti Fredo.

"Her halükarda, beni güneşin kör etmeyeceği kesin."

"Andre'nin hakkı var," dedi  Julien.


 "Birkaç tane güneş var... İspatı da.. Hah, Austerlitz Köprüsü'ne uzak değiliz, değil mi ? Austerliz  Güneşi'nden bahsedildiğini de mi duymadınız ? Tamam işte! Herkesin Austerlitz Güneşi** diye adlandırdığı o meşhur güneş ne?"


"Şu anda tepemizde duran olmalı,"diye cevap verdi Manuel.

"Tam olarak."

"Şikayet etmemek lazım,"dedi Fredo. "Öyle insanlar var ki, sefil 
olsun veya olmasın, hiç güneş görmüyorlar..."


"Kim onlar?"

"Madenlerde çalışanlar... Sabahtan kuyuya dalıyorlar ve ancak akşama içinden çıkıyorlar.. Güneşi hiç görmüyorlar..."

Omuzlarını silkti.

"İnsanın bu meslekle uğraşması için biraz saftirik olması lazım."

           
             x      x      x      x      x



Sigaramdan son bir fırt çektim ve izmaritini suya gönderdim.

Cızırdayarak battı.

"Biz de öyleyiz,"dedim. "Biz de bir deliğin içindeyiz... Güneşsiziz."

"Benim, olacak,"diye haykırdı Julien aniden. "Bu benim de hakkım... Herkes gibi."

"Herkesin buna hakkı var, evet... Yalnız, iyi paylaştırılmamış... Şurada gördüğün güneş, güneş değil."

"Gerçek güneş hakkımı isteyeceğim... Şeye gideceğim... Nasıl diyordun o şehirin adını ?.. Nice'e... Gerekirse..."

"Tüh sana," diye ciyakladı Fredo, " niye marsıklardan seni Cezayir'e götürmelerini istemiyorsun ?.. Orada da güneşleri var, hem de esaslı bir tane. Adı da Muhammed.

Julien'in suratı acıyla kasıldı.

"Güneşin iyisinden mi? Onların orada mı?"

"Harika bir güneş."

"Öyleyse buraya niçin geliyorlar ? Ben, güneşin altından doğmuş olsaydım..."

Fredo kötü kötü gülümsedi.

"Bilmiyorum... Herhalde güneşten gına getirmişlerdir... Ay, onlara bir değişiklik oluyor."

"Nedir seni seyahat etmeye iten, bilebilir miyiz?" dedim. " Ben de güneş tarafındanım, ama bak şimdi buradayım. Petite-Roquette'in müdür bile şaştı buna."

"Nice'te Arap var mı?" diye sordu Julien.

"İtalyanlar var, millete alçıdan heykelcikler satan çubuk gibi kuru delikanlılar. Habire şarkı söyleyen güzel esmer kızlar var; gülerler, gözleri güneşten kırışmıştır. Çiçekler ve gökyüzüyle iç içe geçen deniz var..."

"Nice'e gideceğim..."

"Uzak," diye mırıldandım düşünceli bir şekilde, gözlerimi P.-L.-M.'nin*** saatinin yuvarlak gözüne dikmiştim.

"Başımın çaresine bakarım..."

"En azından sıkı bir iş çevirmem lazım," diye sırttı Fredo.

"Neden olmasın?"

Fredo sırıtmasını artırmakla yetindi. Omuzlarımı silktim.

"Söylenecek laf yok gibi geliyor bana. Şansımız yok ve her istasyonda çorbaya geç kalıyoruz. Sakatız biz. Bir topal, hiçbir zaman bir koşuyu kazanamaz. Bir cesedi en harlı ateşin yanına koy, yine ısınmaz. Biz de aynen böyleyiz. Buradaki güneşin rengini biraz şüpheli buluyoruz. Bu bizim görüşümüz. Nice'teki güneş de bu kadar solgun olacaktır ve yüreğimize bununkinden fazla bir neşe vermeyecektir. Bu böyle."



***Paris-Lyon-Marsilya tren hattı.
**Napoleon.
*Birinci Dünya Savaşı'nın bittiği gün.



 Leo Malet / Güneş Bize Haram / SF. 206-209 / VIII SİSLER

5.4.12

House









" Onur nedir ?
 Ülken için ölmek mi?
Yüksek notlar almak mı?
Arsızlığı yüzünden tecavüze uğradığı için kızını öldürmek mi? İnsanlar onuru, onları onurlu hissettiren şeyler olarak tanımlar. bu hiçbir yere varmayan bir çember. ki sanırım çemberlerin yaptığı da budur."

20.3.12

Kara Üçleme



"Usandım artık, teorilerden. Daha iyi bir dünya için dövüşmeye başladığımızdan beri, bana öyle geliyor ki içinde yaşadığımız dünya daha da beter oluyor. Keşke, bireysel olarak, kendimize huzurlu bir hayat uydurabilsek..."
"Yola giriyoruz," diye kahkahayı patlattım.
Bana delici bir bakış fırlattı.
"Anlıyorum," diye mırıldandı. "Sen hiç huzurlu bir hayat nedir bilmeyeceksin, öyle mi ? Bunu yasak bir alan gibi hissediyorsun. Ben de, bu duyguya çok sık kapılırım. Biz lanetlilerin tohumundanız. İşin komiği de, bunun hoşumuza gidiyor görünmesi.
Kupkuru suratında derin bir hüzün şekilleniverdi. Bizi matbaadan ayıran camlı kapıya yaklaştı ve aniden boş bir bakışla yana baktı. Bir sessizlikten sonra sırtı hala bana dönükken sordu:
"Biz neye inanıyoruz Jean ?"
"Bilmiyorum," dedim.
Karşıma geldi:
"Şahsen sen hala bir şeye inanıyor musun?"
Tatlılıkla gülmeye başladım, sanki zorlukla, kısa aralıklarla kusuyormuşum gibi.
"Aşka inanmak isterdim... Çocuksu geliyor, ama böyle... Aşk hayatın ta kendisi, hayatın ağırlık merkezi, yalnız hayat berbat, o zaman aşk... Kadınlar her şeyi berbat eder... Hepsi ya malak ya orospudur!"
"Orospular o kadar da kötü değil," dedi hayallere dalarak.
"Hem fazla orospular hem de yeterince değil, ne demek istediğimi anlıyor musun bilmiyorum... Hakikaten uygun olana denk gelmeyi umut bile etme... Bu hayale kapılırsan da bir sürü zorluk çıkar ortaya, her şey duman olur.. Mutlak yoktur... hep o daimi tatminsizlik duygusu... o bir başka yer arzusu..."

Leo Malet / Hayat Berbat / VI GECE / SF. 45-46

14.3.12



"Din kalabalıkların, felsefe kalabalıktan ayrılabilmiş bireylerin metafiziğidir."

Arthur Schopenhauer

8.3.12

Lacrimosa



*   *   *


Zbigniew Preisner - Lacrimosa


Amentü




"Dilce susulup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmıyacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza"

İSMET
ÖZEL

2.3.12

27.2.12

Yaş Yetmiş


"Yarın bu bacaklar ayrılık dağını aşacak.
Önümde şarap, çek babam çek...
Saçların ne güzel kar gibi ak,
yaş yetmişe vardı, laf değil.
İnsan bugün yaşamazsa,
ne vakit yaşayacak?"

ÖMER HAYYAM 


*   *   *

25.2.12

Gösteri Toplumu


"Gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür."  Guy Debord


Acının Omuzlanışı


"...
Siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün
güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın
korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.
Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar
..."

İsmet ÖZEL


Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü




"...
Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım, and içip ayna kırdım
doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.

Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar
çocuklarda."

İsmet ÖZEL 

24.2.12

Kaptan!




"...
mavi bir ışık vardı işte ben onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob’un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
bu rüzgar için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun
..."

Attila İLHAN / Kaptan 4

19.2.12

La Haine






ÜLKE: Fransa
TÜR: Politik, Dram
YIL: 1995
YÖNETMEN: Mathieu Kassovitz

*   *   *

Belki de filmin en can alıcı repliği:

"Buraya kadar her şey yolunda... 
Buraya kadar her şey yolunda... Buraya kadar her şey yolunda ... 
Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır!"


*   *   *


Kareler:




 














16.2.12

ilahi komedya'dan

"Yanıtım eylemle olacak, çünkü haklı bir isteğin karşılığı söz değil eylem olmalı. "

Dante Alighieri

8.2.12

Den Brysomme Mannen




Ülke: Norveç
Yıl : 2006
Yönetmen : Jens Lien
Tür:  Fantastik, Dram, Distopik



Fragman :





Filmden:



 "-başka biriyle görüşüyorum.
-nasıl yani?
-başka bir kadınla.
-neden?
-başkasına aşık oldum. birden oluverdi işte.
-mutlu olduğumuzu sanıyordum.
-öyleydik. ama başkasına aşık oldum.
-neden?
-senden ayrılıyorum.
-cumartesi misafirimiz var.
-böyle ters bir zamanda olsun istemezdim ama bilmeni istedim.
-cumartesiden önce mi ayrılacaksın?
-cumartesiye kadar kalabilirim.
-iyi olur. "

7.2.12

Tatt Av Kvinnen






Yıl: 2007

Yönetmen: Petter Næss

Ülke: Norveç

Tür: Dram, Komedi, Aşk, Fantastik

Filmden bir replik: " Kendimi ona benzetiyorum. Küçük şeylerle büyük avlar peşinde koşan biri gibi..."





   FOTOĞRAFLAR:











4.2.12

ilahi Komedya


Yaşam yolumuzun ortasında
karanlık bir ormanda buldum kendimi,
çünkü doğru yol yitmişti.

Ah, içimdeki korkuyu
tazeleyen, balta girmemiş o sarp, güçlü
ormanı anlatabilmek ne zor!
Öyle acı verdi ki, ölüm acısı sanki;
ama ben, orada bulduğum iyilikten söz edeceğim,
gördüğüm, başka şeyleri söyleyeceğim.
Oraya nasıl girdiğimi bilemeyeceğim,
öyle uykum gelmişti ki,
doğru yolu bırakıp gittiğimde.

Dante Alighieri

A Dangerous Method







Yıl: 2011
Tür: Dram, Biyografi
Yönetmen : David Cronenberg
Konu: Temel olarak Psikanaliz tekniğinin doğduğu yılları ve Freud'la Jung arasındaki ilişkiyi anlatan bir film.


Fotoğraflar:














FRAGMAN:






Filmden bir replik:


Jung: Emma gördüğün gibi evimin temeli, Toniyse havadaki parfüm kokusu...